Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece
ile gündüzün ardarda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde
yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden
sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları
estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip
çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara
Suresi, 164)
Birçok insan “derin düşünmek” için, başını iki elinin arasına koyması,
bir odaya, hatta bir nevi tefekkür hücresine çekilip, tüm insanlardan ve
olaylardan elini ayağını çekmesi gerektiğini zanneder. Hatta “derin
düşünmeyi” o kadar gözünde büyütür ki, kendisi için fazla bulur; bunun
ancak “düşünürlere” ait bir özellik olduğunu sanır.
Allah insanları düşünmeye çağırır ve “(Bu Kur’an,) Ayetlerini,
iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana
indirdiğimiz mübarek bir kitaptır” (Sad Suresi, 29) ayetiyle
Kuran’ı insanların düşünmeleri için indirdiğini bildirir. Önemli olan
insanın düşünme yeteneğini samimiyetle geliştirmesi, düşünme konusunda
derinleşmesidir.
Bu konuda çaba harcamayan insanlar ise yaşamlarını derin bir “gaflet”
içinde geçirirler. Gaflet kelimesi, “unutmaksızın ihmal etmek, terk
etmek, yanılmak, umursamamak, dikkatsizlik yapmak” gibi anlamlar içerir.
Düşünmeyen insanların içinde bulundukları gaflet hali de, yaratılış
amaçlarını ve dinin bildirdiği gerçekleri unutmanın veya bunları bilerek
gözardı etmenin bir sonucudur. Ancak bu, bir insan için son derece
tehlikeli ve sonu cehenneme varan bir yoldur. Nitekim Allah insanları
gaflete kapılmama konusunda şöyle uyarmıştır:
Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine,
ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan
olma. (Araf Suresi, 205)
İş(in) hükme bağlanıp biteceği, hasret gününe karşı onları uyar;
onlar bir gaflet içindedirler ve onlar inanmıyorlar. (Meryem Suresi,
39)

Kuran’da düşünüp vicdanıyla gerçekleri gören ve bundan dolayı Allah’tan
korkup sakınan insanlardan bahsedilir. Hiç düşünmeden, bir gelenek gibi
atalarından gördüklerini körü körüne uygulayanların ise hatalı oldukları
haber verilir. Bu kişiler kendilerine sorulduğunda dindar olduklarını,
Allah’a inandıklarını söylerler. Ancak düşünmedikleri için Allah’tan
korkup sakınarak davranışlarını düzeltmezler. Aşağıdaki ayetlerde
düşünmeyen bu kişilerin zihniyetleri şöyle haber verilmektedir:
De ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?”
“Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?”
De ki: “Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?”
“Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Yine de sakınmayacak mısınız?”
De ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken Kendisi korunmuyor.”
“Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?”
Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 84-90)
DÜŞÜNMEK İNSANLARIN ÜZERLERİNDEKİ BÜYÜYÜ KALDIRIRDe ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Yeryüzü ve onun içinde olanlar kimindir?”
“Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?”
De ki: “Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?”
“Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Yine de sakınmayacak mısınız?”
De ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin:) Herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken Kendisi korunmuyor.”
“Allah’ındır” diyecekler. De ki: “Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?”
Hayır, Biz onlara hakkı getirdik, ancak onlar gerçekten yalancıdırlar. (Müminun Suresi, 84-90)
Ayetlerde Allah insanlara, “Öyleyse nasıl oluyor da böyle büyüleniyorsunuz?” diye
sormaktadır. Ayette geçen büyü kelimesi, insanları toplu olarak etkisi
altına alan zihinsel bir uyuşukluğa işaret etmektedir. Düşünmeyen
insanın aklı uyuşur, görüşü puslanır, yani gözünün önündeki gerçekleri
görmemiş gibi davranır, muhakemesi zayıflar. Çok açık birşeyi bile
kavramaktan yoksun hale gelir. Yanı başında gerçekleşen olağanüstü
olayların bilincine varamaz.
Olayların girift noktalarını fark edemez. İnsanların
binlerce yıldır gaflet içinde bulunmalarının, birbirlerine aktardıkları
bir miras gibi toplu olarak derin düşünmekten uzak durmalarının kaynağı
da bu uyuşukluktur.
Bu toplu büyünün etkilerinden birini şöyle bir örnekle açıklayabiliriz:
Bu toplu büyünün etkilerinden birini şöyle bir örnekle açıklayabiliriz:
Yeryüzünün altı, tamamen magma dediğimiz bir “ateş tabakası”yla
kaplıdır. Yeryüzü kabuğu son derece incedir; yani bu ateş bize çok
yakın, neredeyse hemen ayağımızın altındadır. Yeryüzü kabuğunun ne kadar
ince olduğunu anlamak için şöyle bir kıyas yapabiliriz: Yeryüzü
kabuğunun tüm dünyaya kıyasla kalınlığı, bir elma kabuğunun tüm elmaya
kıyasla kalınlığı ile karşılaştırılabilir.
|
Yeryüzünün hemen altında çok yüksek ısılarda kaynayan
bir tabaka olduğu herkesçe bilinir, ancak insanlar bu konu üzerinde pek
düşünmezler. Çünkü bu insanların anne babaları, kardeşleri, akrabaları,
arkadaşları, komşuları, okudukları gazetenin yazarları, televizyon
programcıları, üniversitedeki hocaları da bunu düşünmezler.
Biz sizi bu konuda biraz düşündürelim. Bir insanın hafızasını
kaybettiğini ve etrafındakilere sora sora çevreyi tanımaya çalıştığını
varsayalım. Bu insan öncelikle nerede olduğunu soracaktır. Ona bastığı
toprağın hemen altında ateşten kaynayan bir küre olduğu, kuvvetli bir
yer sarsıntısında veya bir yanardağın patlamasında bu alevlerin
yeryüzüne çıkabileceği söylense ne düşünür? Biraz daha ileri gidelim ve
bu insana dünyanın sadece küçük bir gezegen olduğu ve uzay denilen
sınırı bilinmeyen bir karanlık boşlukta uçmakta olduğunun da
söylendiğini varsayalım. Uzay dünyanın alt tabakasından çok daha büyük
tehlikeler içermektedir. Örneğin tonlarca ağırlıktaki göktaşları orada
başıboş dolaşmaktadır. Bunların dünyaya yönelmemeleri ve çarpmamaları
için hiçbir sebep yoktur.
Elbette ki bu insan içinde bulunduğu tehlikeli durumu bir an bile
aklından çıkaramaz. Böylesine pamuk ipliğine bağlı bir ortamda
insanların yaşamlarını nasıl sürdürdüklerini araştırır. Ve kusursuzca
işleyen bir sistemin var edildiğini fark eder. Üzerinde bulunduğu
gezegenin içi büyük bir tehlikeyle kaplıdır, ama bu tehlikenin her an
insanları zarara uğratması da çok hassas dengelerle engellenmiştir. İşte
bunu fark eden insan, dünyanın ve dünya üzerindeki tüm canlıların
Allah’ın dilemesiyle, O’nun yarattığı kusursuz bir denge sayesinde
yaşadıklarını ve güvenlik içinde varlıklarını sürdürdüklerini anlar.
Bu örnek, insanların üzerinde düşünmeleri gereken milyonlarca hatta
belki milyarlarca konudan yalnızca biridir. Gafletin insanın düşünüp
kavrama yeteneği üzerinde nasıl bir etki meydana getirdiğini, insanın
zihinsel kapasitesini nasıl sınırladığını anlayabilmek için bir örnek
daha vermek faydalı olacaktır:
İnsanlar dünya hayatının büyük bir hızla geçip tükendiğini
bilmektedirler ama buna rağmen, sanki bu dünyadan hiç ayrılmayacakmış
gibi bir tavır gösterirler. Sanki dünyada ölüm yokmuş gibi davranırlar.
İşte bu da nesilden nesile aktarılan bir nevi “büyüdür”. Hatta bunun
öyle şiddetli bir etkisi vardır ki, bir kişi ölümden bahsetse, insanlar
üzerlerindeki büyünün bozulmasından ve gerçeklerle yüzyüze gelmekten son
derece korkarak bu konuyu hemen kapattırırlar. Bütün hayatlarını iyi
bir ev, yazlık ve araba almak, çocuklarını kolejde okutmak için harcamış
olan insanlar, bir gün gelip de öleceklerini ve yanlarında ne
arabalarını, ne evlerini, ne de çocuklarını götüremeyeceklerini düşünmek
istemezler. Çözüm olarak ise, ölümden sonraki asıl hayat için birşeyler
yapmaya başlamak yerine, düşünmemeyi seçerler.
Oysa her insan er ya da geç, mutlaka ölecektir. Ve öldükten sonra, her
insan için, -iman eden veya etmeyen- sonsuz bir hayat başlayacaktır. Bu
sonsuz hayatın cennette mi yoksa cehennemde mi sürdürüleceği ise bu kısa
dünya hayatında yaptıklarına bağlıdır. Bu kadar açık bir gerçek varken,
insanların sanki ölüm yokmuş gibi davranmalarının tek nedeni
düşünmemelerinden dolayı üzerlerini bürüyen bu büyüdür.
Ancak dünya hayatında düşünerek kendini bu büyüden, diğer bir deyişle
gaflet halinden kurtaramayan kişiler, öldükten sonra gerçekleri gözleri
ile görerek anlayacaklardır. Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle haber
verir:
Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. (Kaf Suresi, 22)
Andolsun, sen bundan gaflet içindeydin; işte Biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün keskindir. (Kaf Suresi, 22)
Ayette de belirtildiği gibi, düşünmemekten dolayı bulanıklaşan görüş, öldükten sonra ahirette hesap verirken “keskinleşecektir”.

Şunu da belirtmek gerekir ki, insanlar kendi kendilerini “bilerek” böyle
bir büyüye sokmaktadırlar. Bu şekilde rahat bir hayat yaşayacakları
zannıyla hareket etmektedirler. Oysa insanın bir anda karar alıp
üzerindeki bu zihinsel uyuşukluktan kurtulması, açık bir şuurla yaşamaya
başlaması çok kolaydır. Allah bunun çözümünü insanlara sunmuştur;
düşünen insanlar bu büyüyü, dünyada iken üzerlerinden kaldırabilirler.
Böylece olayların bir amacı ve iç yüzü olduğunu anlar ve Allah’ın her an
yarattığı hikmetleri görebilirler.
İşte bu insan, düşünen ve düşündüklerinden hayati bir sonuca varabilen kişidir.
Ama insanların büyük bir çoğunluğu bu konuları pek düşünmez. Aniden “şu
anda ne düşünüyorsun?” diye sorulsa, son derece gereksiz ve kendilerine
pek fayda getirmeyecek şeyler düşündükleri ortaya çıkar. Oysa insan,
uyandığı andan uyuyana kadar geçen zaman içerisinde her an “anlamlı”,
“hikmetli”, “önemli” konuları “düşünebilir”, düşündüklerinden sonuçlar
çıkarabilir.
Allah Kuran’da müminlerin her koşulda düşündüklerini ve bu
düşüncelerinden fayda verecek sonuçlar çıkardıklarını şöyle
bildirmektedir:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün
ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve
göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:)
“Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin
azabından koru.” (Al-i İmran Suresi, 190-191)
Ayette de bildirildiği gibi müminler düşünen insanlar oldukları için,
yaratılıştaki mucizevi yönleri görebilmekte ve Allah’ın gücünü, ilmini
ve aklını takdir edebilmektedirler.
Kuran’da dikkat çekilen bütün konular, haklarında ciltlerce kitap
yazılabilecek kadar detaylı bilgiler içerir. Örneğin gökyüzünün yedi
ayrı katmandan oluşması ve bunların dünya üzerindeki ekolojik sisteme ve
canlılara sağladığı faydaları, ay ve güneşin, mevsimlere, iklimlere,
gece–gündüz oluşumuna ve insan yaşamına olan etkisini düşünmek kişinin
düşünce ufkunu genişletecek, aklını, dolayısı ile imanını artıracak bir
yoldur. Bu sistemlerde meydana gelebilecek en ufak bir aksaklığın nasıl
tehlikeli sonuçlar doğuracağını düşünmek de aynı şekilde etkili
olacaktır. Tüm evren bunlar gibi sayısız detaylarla doludur ve cahiliye
toplumunda insanların çoğu günlük hayatlarında bunları düşünmezler. Bu
nedenle yaratılış delillerini insanların hiç düşünmedikleri yönleri ile
anlatarak yapılan bir anlatım, diğer insanları da düşünmeye sevk edecek,
Allah’ın gücünü ve kudretini tanıyıp takdir etmesinde de etkili
olacaktır.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder